RSS

s

buraya tıklayın. Başlamak için, Facebook'a yeniden giriş yapmanız gerekecektir.

Bu dönüştürme işlemini siz talep etmediyseniz, hesabınıza bir başkası erişiyor olabildiğinden, lütfen hesabınızı güvene alın
0Yorum

Kaleciyi Sakatlayan Köpek / 1969

0Yorum

Messi'nin Barcelona'daki En Önemli 13 Anı

1Yorum

Messi ve 202 Golü

Bir insan ezeli rakibinin hevesini bu kadar kursağında bırakır. Ronaldo dün öğlen vakti Getafe ağlarına 3 gol gönderdiğinin akşamında, Messi'nin Osasuna ağlarına gönderdiği 4 golü izledi. Ayıptır. Bu 4 gol onu İspanya Ligi tarihinde üstüste 11 maçta gol atan ilk oyuncu yapmakla kalmadı, aynı zamanda Barcelona tarihinde de üstüste 10 resmi maçta gol atan ilk oyuncu olmasını sağladı. Bu 4 golün 2.si onun Barcelona forması altındaki 200. lig golüydü. Onun dışında 7 oyuncu daha bunu başarmıştı daha önce (aşağıdaki resim), bununla beraber bu barajı geçen İspanya Ligi tarihindeki en genç oyuncu Arjantinli. Bunu sadece Barcelona forması giyerek yapabilmiş başka bir adam da yok zaten. Messi 50 gol daha atarsa Athletic Bilbao'lu Telmo Zarra'ya ait rekoru kıracak. Eğer Raul bir gün İspanya'ya dönüp mucize yaratmazsa da onun bu performansını durduracak adam pek ortalarda görünmüyor.
21 maçta ulaştığı 33 gollük performansı İspanya tarihinde yapabilmiş tek bir adam var. 1940-41 sezonunda Atlético Aviación formasıyla aynı rakama ulaşan Pruden. Aynı zamanda Messi, İspanya Ligi tarihinde 4 sezon arka arkaya 30 gol barajını aşan ilk oyuncu oldu. Daha önceki 3 sezonda ligde sırasıyla 34, 31 ve 50 gol atmıştı. Messi'nin attığı 33 gol, Avrupa'daki 5 büyük ligde oynayan 97 takımın 66'sının attığı golden daha fazla. Tüm resmi maçlarda bu sezon 44 golü var Katalanlar adına. Ligdeki 33'ün yanında 4 Copa del Rey, 5 Şampiyonlar Ligi 2 de İspanya Süper Kupası golü var. Messi'nin 202 golünün dağılımı da girişte, VI harika bir grafik hazırlamış. Sol tarafta attığı gollerin rakibe göre dağılımı var. Sağ üstte görüldüğü gibi, 63 maçta 1, 44 maçta 2, 13 maçta 3 ve 3 maçta 4 gol attığını görüyorsunuz. Sağ tarafta attığı gollerin sağ ayak-sol ayak-kafa dağılımı var, hoş ayrıntı gollerden 1'ini elle attı. Bu 202 golün 111'i Camp Nou'da, 91'i ise deplasmanda. Sağ altta ise maç dakikalarına göre gollerin dağılımı var. Görüldüğü gibi Messi rakibin gardının düştüğü ya da direndiği son 15 dakikada tam bir başa bela oluyor.
0Yorum

Rüzgarın Oğlu: Steve McManaman

Liverpool şehri her zaman güzel bir rekabete sahne olmuştur: Everton-Liverpool… Zaman zaman ortaya çıkıp rakibine sataşan Shankly’nin sert esprileri dahi bu rekabete gölge düşürmemiştir. Shankly birbiri üstüne “Everton kim? Liverpool’da mı oynuyor?” tarzı açıklamalar yaparken dahi, Britanya topraklarında kırmızı ile mavinin dostluğu devam etti. İşte 90’lı yıllarda Liverpool’un ikon oyuncularından biri olan Steve McManaman da, aynı Steven Gerrard gibi şehrin mavi-beyaz tarafındaydı. Okul turnuvalarında parlayan bu zayıf çocuk, hemen tuttuğu takımın dikkatini çekmişti. Çok geçmeden teklif de geldi ama şehrin kırmızı yakası daha istekliydi. Özel bir teklifi vardı Liverpool’un: McManaman çırak olarak Barnes’ın yanına girecek, Barnes da bu yetenekli çocukla özel olarak ilgilenecek ve yetişmesine yardımcı olacaktı! Olimpiyatlara katılacak seviyede iyi atletler olan arkadaşlarını geçen bir koşucu da olan Steve McManaman’ın Liverpool kariyeri böyle başladı.


Giggs ve McManaman en iyilerdi
15 Aralık 1990’da ilk kez bir Premier Lig maçına çıktığında 18 yaşındaydı. Bir iki sene içerisinde takımın ilk 11’inin değişmez ismi oldu dalgalı saçları, rüzgâr koşularıyla. Seri çalımlarıyla Ryan Giggs ile beraber ligin en iyi kanat oyuncularından biri olarak anılıyordu artık.

1994’te Roy Evans’ın göreve gelişi onun için özel bir andı. Evans, McManaman’ın yeteneklerine çok güveniyordu. Gelir gelmez milyon poundluk bir sözleşmeye imza attırdığı oyuncuyu merkeze çekti, hatta birçok maçta serbest oynattı. Amaç oyuncunun doğal yetenek ve süratinden daha etkili bir şekilde yararlanmaktı. Çok iyi bir sezon geçiren Steve için, İngiliz efsanesi Stanley Matthews, “Oynadığım zamanlardaki halimi hatırlatıyor. Keşke onun gibi daha fazla driplingci olsa” diyordu. Bir sonraki sezondaysa 25 asistle Premier Lig’in asist kralı oluyordu McManaman.

Futbol oynarken spor yazarı oldu
Euro 96 gelip çattığında milli takım kadrosunda o da vardı. Turnuva sonunda İngiltere yarı finalde elenirken, o da turnuvanın resmi ilk 11’ine girmiş, turnuvanın oyuncusu seçiminde sadece Jürgen Klinsmann’ın ardında kalmıştı. Hem sağ hem sol kanatta oynayabiliyordu. Hem ikinci forvet, hem de forvet arkası olarak görev alabiliyordu. Tabii yakışıklı da sayılırdı McManaman. Birçok marka sponsor olmak için kapısındaydı. Manchester United’ın yükselişiyle oklar üzerine dönmüştü. Sponsorları için yaptığı fotoğraf çekimleri eleştiriliyordu. Soyunma odasında huzursuzluk yarattığı iddiaları tabloid basınına düşmüştü. Bu iddialar üzerine The Times’da haftalık yazılar yazmaya başladı, üstelik daha futbol oynuyorken… 98 Dünya Kupası’ndaysa sadece bir maç oynadı. Menajer Hoddle ile sıkıntılı bir ilişkisi olmuştu.

Para eden problem
1998-99 sezonunun başında Liverpool ve McManaman sözleşme imzalama konusunda anlaşamadılar. Oyuncunun Bosman kuralıyla elden kaçabileceğini düşünen kulüp 13 milyon pounda Barcelona ile anlaştı ama McManaman inat etti. “Takımdan ayrılmak istemiyordum” diyen kızıl fırtına için daha sonra Juventus’tan da 11 milyon poundluk bir teklif geldi. Yine olmadı. Basın onu açgözlü olmakla suçluyordu, takım da iyi gitmiyordu. Devre arasında Real Madrid’e imzayı attı. Liverpool kariyerini sadece iki kupayla kapatmıştı ama 274 Premier Lig maçında 112 asist yapmıştı, kupalarla beraber bu asist sayısı 142’yi buluyordu. Toplam 364 maçtaysa 66 gol… İstikamet Real Madrid…


“İnadım inat” dedi
Sezon kötü başlamıştı bir kere. Real Madrid’e geldiği gibi, onu isteyen Guus Hiddink görevi bırakmıştı. Raul ise soyunma odasının berbatlığından yakınıyor, ihanet ve dedikoduya dikkat çekerken, Steve McManaman gibi yeni oyuncular için üzüldüğünü belirtiyordu.

İlk maçında ilk asistini yaptı o da ama ilk 11’de düzenli olarak oynatılmıyordu. Toshack’ın ardından gelen Del Bosque ise ona daha çok şans vermeye başladı. Aynı sene Şampiyonlar Ligi finalinde, bir de gol kaydetti, takım kupaya uzanırken.

Figo’nun gelişiyle tekrar yedekliğe düştü, yönetim tarafından gözden çıkarıldı. Real önce Middlesbrough’un teklifini kabul etti. Ardından Chelsea’nin 12 milyon pound + Flo teklifi geldi… McManaman’ın inadı tutmuştu yine. İki kulübü de reddetti. O günlerde yapılan bir ankette kulübün yüzde 90’ının McManaman’ın satılmasını yanlış bulduğu sonucu ortaya çıkmıştı. Sezonun sonunda inatçı McManaman maçların 3’te 2’sinde oynamıştı.

‘Galacticos’ projesi işlemeye devam ediyordu. Zinedine Zidane, Luis Figo ve Ronaldo gibiler geldikçe, ‘imajı daha düşük’ oyuncular daha az süreler almaya başlıyordu. Artık gitme zamanı gelmişti. Del Bosque’nin bir şampiyonluk sonrası istifa etmesi üzerine, McManaman da serbest bırakıldı. Bizim ‘Yeniköy kasabı’ adını taktığımız kurt hoca “Geremi ve McManaman en önemli oyuncularımdandı. Çünkü takımı bir arada tutuyorlardı” diyordu aslında, yönetimi işaret ederek.

Cruijff: “Galacticos’un en yararlısıydı”
Bir övgü de Johan Cruijff’tan geliyordu. Sarı Fare’nin “Galacticos’un en yararlı oyuncusuydu” dediği McManaman, 2004’te Kevin Keegan’ın ısrarıyla Manchester City’ye transfer oldu. Eski takım arkadaşları Fowler ve James de oradaydı. Bu macera da iki yıl kadar sürdü.

2005’te futbolu bıraktığında ardından birçok iyi anı ve birçok tartışma bıraktı. Gascoigne ve Sheringham ile içip içip dağıttığı uçuşlar, bazı antrenörleriyle olan tartışmaları, ona biraz da ‘belâ adam’ imajı verdi.

Ama topu her ayağına aldığında tribünleri ayağa kaldıran bir oyuncuydu. Dönemin süper yeteneği Gianfranco Zola onu “İtalyanların en çok izlemek istediği İngiliz oyuncu” olarak tanımlıyordu. Haksız da değildi hani…


0Yorum

Afrika’ya ilkleri yaşatan adam: George Weah


Messi, dünyada yılın futbolcusu ödülünü dördüncü kez kazanarak tarihe geçti. Başka isimler altında 1956’tan beri düzenlenen organizasyonda bu ödülü alan ilk Avrupa dışı oyuncuysa George Weah’tı. Afrika Kupası da yaklaşırken, George Weah’ın azmine ve hayatına bir göz atalım dedik.

Liberyalı… Avrupa’da yılın futbolcusu ödülünü alan ilk Avrupalı olmayan oyuncu… Afrika’da Yüzyılın Futbolcusu… Politikacı… Hümanist… Devlet başkanı adayı… Bunlar George Weah’ın isminin önüne koyabileceğiniz sıfatlardan sadece bazıları… Türkçede renk üzerinden aşağılama pek olmadığından (misal ‘Kızılderili’ lâfı ırkçı söylem içermez) Kara Tren veya Kara Boğa demeyi de tercih edebiliriz belki de, sebebini daha sonra açıklamak üzere… 1985 yılında amatör Liberya liginin iyi oyuncularından biri olan Weah, ülkesinin Invincible Eleven adlı takımda oynarken 23 maçta 24 gol atmıştı. Ama aynı zamanda operatör olarak bir telekomünikasyon şirketinde çalışıyordu. Ardından Fil Dişi Ligine, ardından da Kamerun’un Tonnerre Yaoundé takımına geçmişti. 18 maçta 14 gol de orada kaydetti. Dünyanın her yerine oyuncu gözlemcileri göndermesiyle ünlü Arsene Wenger o zaman Monaco’nun başındaydı. Her hafta George Weah hakkında dikkat çekici raporlar alıyordu. En sonunda bu genci izlemesi için bir meslektaşını Kamerun’a gönderdi. Meslektaşı telefonda şöyle diyordu: “Kötü haber: Herifin kolu kırıldı. İyi haber: Yine de oyuna devam etti.” Wenger’in hoşuna gitti bu azim. 22 yaşındaki Weah’a bir uçak bileti alındı, Monaco’ya getirildi. Fransız teknik adam, zaten fakir bir ülke olan Liberya’nın en fakir bölgesinde doğan bu Afrikalının yakınmalarına öyle üzülmüştü ki cebinden 500 frank vererek aklını çeldi ve ekledi; “Sıkı çalışırsan, Avrupa’nın en iyisi olabilirsin.”


PREKAZİ, WEAH’A KARŞI 
Weah o gün gerçekten de Avrupa’nın en iyisi olabileceğine inanmış mıdır, bilinmez ama Monaco’daki ilk sezonunun (1988-89) ardından ‘Afrika’da Yılın Futbolcusu’ seçildiği bir gerçek. Weah’la bizim alıcı gözle ilk tanışmamızsa, 1989’daki Galatasaray maçı… Maç öncesinde Fofana ve Hateley haricinde bir de Weah’a dikkat çekiyor basınımız. İlk maçta 1-0 kazanan Galatasaray, 1-1 biten ikinci maçtaysa Orhan Ayhan’ın “Oha be Prekazi” şeklinde anlattığı Prekazi’nin füzesiyle geçiyor turu. Bir gol bulan, bir şutu da direkten dönen Weah’ın şanssızlığıysa, Galatasaray’a Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalini getiriyor belki de… Dönemin büyük oyuncusu Hoddle o dönemde neredeyse hocalık yapmış ona: “Sürekli doğruları göstermeye çalışıyordu ve beni yola sokuyordu” diyor Weah. Wenger ise “Benim için büyük sürprizdi. Piyasaya bu kadar hızlı giren başka bir oyuncu görmedim” diyor. Weah 92’ye kadar Monaco’da 103 maça çıktı, 47 gol kaydetti. Ardından dönemin transfer canavarı Paris St. Germain’in yolunu tuttu. 96 maçta 32 gole ulaştı. Fransa’daki ilk şampiyonluğunu elde etti. Takımın yarı final oynadığı 94-95 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nin gol kralı da olunca, Fransa ona küçük gelmeye başladı ve Milan’ın yolunu tuttu Kara Boğa.

AFRİKA’YA İLKLERİ YAŞATTI 
Artık ‘daha büyüklerin’ ligindeydi Kara Tren. Bir tren hızlandığında yenilmezdir, önüne gelen her şeyi yıkabilir, ancak yoluna taş koyup raydan çıkarırsanız, devrilir. Faulsüz durdurulamayan bir oyuncuydu Weah da aynı bir tren gibi… Daha geldiği ilk sezonda büyülemeye başladı İtalya’yı. Verona’ya karşı, tüm sahayı geçerek kendi kalesinden aldığı topla golü buldu. Gazetelerin uzlaştığı bir konu vardı; Weah ligin en iyisiydi. O sezon attığı 11 golle Milan’ın en golcüsü oldu, takım da Serie A’ya ulaştı. Robert Baggio ile, Marco Simone ile, Dejan Saviçeviç ile aynı takımdaydı… 1995-96 sezonu, kariyerinin zirvesiydi. O sezon Avrupa’da Yılın Futbolcusu ödülüne ulaşan ilk Afrikalı oldu. Dünya’da Yılın Futbolcusu ödülü için de aynı ilk geçerliydi. Hâlâ bu ödülleri kazanan tek Afrikalı… Ve aynı yıl içinde Afrika’da Yılın Futbolcusu ödülünü üçüncü kez aldı. Hem dünya, hem Avrupa, hem de Afrika’nın en iyi oyuncusu seçildi… Hepsi aynı sene içinde…

AYAĞINA VURAN PİŞMAN OLUYORDU
Weah’ın esas olayı golün ötesindeydi. Hiçbir zaman gol istatistiklerini alt üst etmedi. Özelliği “yıkılmaz” bir forvet olmasıydı. Müthiş bir atletti; peşine taktığı defans oyuncularını bir o yana bir yana sallıyordu. Öyle güçlüydü ki, adeta tekme atanın ayağı kırılıyordu! Bitiriciliği üst seviyedeydi, uzaktan füzeleri vardı. Orta sahaya tümleşik oynuyordu, çok çalışkandı. Muhammed Ali’nin lâfında olduğu gibi; “Kelebek gibi dans ediyor, arı gibi sokuyordu.” Milan’da oynadığı beş sezonda 46 gole ulaşmış, iki de şampiyonluk görmüştü. 2000 yılında artık 34 yaşındaydı; altı aylığına Chelsea’ye kiralandı. Milan önce bonservisini vermedi, sonraysa Zaccheroni’nin isteği üzerine “İstemiyoruz artık seni” diyerek kulüp bulmasını önerdi. Weah da Manchester City’nin yolunu tuttu. City menajeri Joe Royle ile kavga etti ve küfürleştikten sonra Marsilya’ya uğradı yaşlı kurt. Son olarak da yeni bir heyecan aradı ve Al-Jazera’da 8 maçta 13 gol atarak tamamladı kariyerini…

BAŞKAN ADAYI OLDU 
Futboldaki mücadelesi bitse de, hayat mücadelesi bitmemişti Weah’ın. 2003 yılında biten İkinci Liberya İç Savaşı’nın ardından devlet başkanlığa adaylığını koydu. Fransız vatandaşı olduğu için şüpheyle yaklaşanlar oldu, “Eğitimi yeterli değil!” diye karşı kampanyalar yürütüldü… Yine de ülkenin en sevilen figürüydü Weah, 90’lı yıllardan beri birçok yardım yapmıştı ülkesine, iç savaşın bitmesi için mücadele etmişti. Yüzde 40’ın üzerinde oy aldı ama başkan olamadı. Destekçileri hâlâ o seçimlerde hile olduğuna inanıyor. “Eğitimi yeterli değil!” iddiaları belki de en çok onu üzen şeydi ki; 2009’da İngiltere’deki Parkwood Üniversitesi’nin Spor Yönetimi bölümünü, 2011 yılında Miami’deki DeVry Üniversitesi’nin İş Yönetimi bölümünü bitirerek iki ayrı bölümden mezun oldu… Bir Afrika’nın kazanabileceği her ödülü kazanmıştı. UNICEF’le uzun süre birlikte çalıştı, ülkesinin fakir mahallelerine yardımlar dağıttı. Hem saha içinde, hem de saha dışında başarıları bitmedi. “Afrika’da Yüzyılın Futbolcusu” seçilmesi bu yüzden tesadüf değildi belki de…

WEAH’TAN ENLER 
En sevdiği hücum ekürileri: Simone ve Ginola.
En etkilendiği oyuncu: Glenn Hoddle.
En hüzünlü anı: Zaccheroni’nin onu istememesi ve kıskanması.
En sinirli anı: Manchester City menajeri Royle’un hakaret etmesi.
En sevdiği golü: PSG formasıyla Bayern’e karşı attığı gol. (Şampiyonlar Ligi grup maçı)
En çok isteyip de yapamadıkları: ABD Deniz piyadelerine katılmak ve Liberya’yla Dünya Kupası’nda boy göstermek…
0Yorum

I Love Futbol

Her Yerde, Her Şartta Futbol





0Yorum

Tribün Çocuğu


0Yorum

13 yıl önce 13 yıl sonra

Biri futbol dünyasının ünlü ismi, diğeri ringlerin efsanesi... 1999 yılında çekilen bu fotoğrafta David Beckham 24, Muhammed Ali ise 57 yaşında. Beckham henüz çok toy ve çocuk duruyor. Muhammed Ali ise olgunluk döneminde... İkili Londra Olimpiyatları için yeniden bir araya gelmiş.

Beckham 37 yaşında... Eskiyle kıyaslandığında daha bir olgun, daha bir fit... Muhammed Ali ise 70 yaşında... İyice yaşlanmış. Hatta ayakta bile duramıyor...
0Yorum

Manchester United'lı Bir Taraftarın Mario Balotelli'nin Lüks Aracına İşemesi

 Manchester United'lı Bir Taraftarın Mario Balotelli'nin 
200.000 € Değerindeki Lüks Aracına İşemesi...

0Yorum
mydogan497. Blogger tarafından desteklenmektedir.